Osmanlı’nın Günümüze Ulaşan Anadolu’daki Tek Sarayı: İshak Paşa
Türk tarihinin en güzel mimari eserlerinden bir tanesi, İshak Paşa Sarayı… Ağrı’nın Doğu Beyazıt ilçesine beş kilometre uzaklıkta, üç tarafı sarp, dik bir tepe üzerine inşa edilen Saray, Anadolu'da yer alan Osmanlı mimarisinin, günümüze ulaşabilen tek saray yapısı olarak kabul ediliyor. İshak Paşa Sarayı'nın yapımında kireç, oldukça büyük bir öneme sahip.
Osmanlı Padişahı IV. Murat’ın 1634 yılında düzenlediği İran Seferi sırasında orduda gösterdiği cesaret ve kahramanlık sonucu sağ kolunu kaybeden Çolak Abdi Paşa tarafından inşasına başlana İshak Paşa Sarayı’nın inşası, saraya adını veren İshak Paşa tarafından 99 yılda tamamlanmış.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Lale Devri’ndeki son büyük anıt yapısı olarak günümüze miras bıraktığı İshak Paşa Sarayı, Topkapı Sarayı’ndan sonra, teşkilat sistemiyle inşa edilen ikinci saraydır. 18. yüzyıl Osmanlı mimari anlayışını en belirgin özellikleriyle yansıtan sarayın cümle kapısı üzerindeki taş oymacılığı için muhteşem desek yeridir. Görkemli yapının iç ve dış mimarisinde Osmanlı, Fars ve Selçuklu medeniyetlerinden ortak izler taşıyor. İshak Paşa Sarayı’na dair önemli bir detay da sarayın iç içe geçmiş simetrik olmayan iki avluya sahip olması. İşlevsellik dikkate alınarak ihtiyaca göre genişletilebilecek şekilde inşa edilen avlular, İslam mimarisinin matematiğe verdiği ilahi niteliğin de en güzel yansımalarını gözler önüne seriyor. Hem avlularda hem de yapının diğer bölümlerindeki süslemelerde Tanrı’nın kusursuzluğunu simgeleyen geometrik şekillerle karşılaşmak mümkün.
Planında Türk saray geleneğinin hakim olduğu sarayın duvarları Hat yazı sanatının sülüs yazı örnekleriyle yazılan ayet ve beyitlerle süslenmiş. İslam kültürüne ait süslemelere ek olarak, Barok üslubunu yansıtan iri bitki ve hayvan figürleri günümüze kadar varlığını sürdürmüş olsa da duvarı ve tabanı taştan oluşan sarayın süsleme, döşeme, dolap, şerbetlik ve tabanlarında ahşap olan hiçbir parça günümüze ulaşamamış. Sarayın girişinde yer alan altın kaplamalı çeşme musluklarının üzerindeki aynalıkların çerçevesinde küçük bir vazodan çıkan güle benzer bir süsleme bulunuyor. Geçmişte çeşmelerden birinde su, diğerinden ise süt akarmış. Çeşmenin üstündeki depoya sağılan ineklerin sütleri boşaltılır, böylece taze süt içilirmiş.
Saray duvarlarının inşasında kireç harcının önemi büyük
Bütün yapıda benzer taşların kullanılmış olması, sade bir sanat anlayışına önem verildiğinin bir göstergesi. Kullanılan taşlarsa tamamen yöreye özgü. Yapının genelinde temelden su basamağına kadar olan kısmın (su basmanı) yapımında kırmızımtırak kalker taşı kullanılmış. Ancak selamlık ve harem kısmının su basmanları, üst kornişi ile avlu ve kapı basamaklarında siyah bazalt taşı da görülüyor. Minarede kullanılan kırmızı taş ile birlikte, yapının iç ve dış duvarları ile oda ve taban döşemeleri bir nevi küfekiye benzer krem rengi taşlarla örülmüş. İnce işçiliğin hakim olduğu sarayın duvarları örülürken de bol miktarda kireç harcı kullanılmış.
Tarihin en teknolojik ısıtma sistemi
Saray bölümü iki kattan oluşan yapı, 366 odaya sahip. Saraya birinci avluya açılan büyük bir kapıdan girmek mümkün. Sol tarafında uşak odaları ve ahırların bulunduğu birinci avludan, Saray sakinlerinin yaşamını sürdürdüğü dairelerin bulunduğu ikinci avluya geçiş sağlanıyor. İçinde barındırdığı cami, divan odası, fırın, mutfak, ahırları ve hamamıyla kendi başına adeta küçük bir şehir olan sarayın ısıtma sistemi, zamanın koşulları göz önünde bulundurulduğunda oldukça ileri bir teknolojiye sahip. İç mekanların ısıtılması, ocaklarda ısıtılan sıcak suyun, toprak künkler vasıtasıyla yapı içerisinde dolaştırılmasıyla oluşturulan bir kalorifer sistemi ile sağlamış. Her odada taştan yapılmış bir ocak mutlaka yer alıyor. Avlunun sağ tarafında bulunan divan sofasının pencereleri kare şeklinde olup üst kısımları sivri yapılı bir kemere sahip. Aşiret reisleri bu sofada kabul edilir, toplantılar burada yapılırmış. Otuz metre uzunluğunda, yirmi metre genişliğinde inşa edilen sofanın iç taraftaki pencereleri avluya, diğer pencereler ise kurulduğu tepeden ovaya bakıyor. Büyük sofada başka odalara açılan kapılar bulunuyor. Sofanın asıl kapısının yanında, tabandan yaklaşık bir metre yükseklikte dar ve karanlık küçük bir loca yer alıyor. O zamanlarda, aşiret reisleri ve bölgenin ileri gelenleri burada oturup davaları, tartışmaları dinlermiş. Sofaya bitişik odalar yüksek memurlara ayrılmış. Bu odaların pencereleri hala baş döndürücü bir yükseklikten heybetli Ağrı Dağı’na bakıyor. Sarayda bir de zindan bulunuyor. Işık oyunlarının hakim olduğu zindanın karanlık bölümlerinde ağır suçlular mahkum edilirken, görece aydınlık bölgelerde daha hafif suçlarla yargılanan mahkumlar hapsedilirmiş. Divan sofası ile harem arasında kalan bir geçitte mihrabı ve minberi olan bir cami bulunuyor. Harem taç kapısının iki yanında Ab-ı Hayat çanağından yükselen ve Lale’yle biten bir yüksek kabartma bulunuyor. Bu kabartma, ruhun uzanabildiği son noktada Tanrı’yı bulduğu düşüncesini simgeliyor. Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan ve Batı İran’ın oluşturduğu bir sanat esintisinin görüldüğü kabartmada dikkat çekici olan bir detay da üç boyutlu olan süslemenin yapıdan ayrılmasıyla bir heykeli anımsatması. Ayrıca hareme açılan dar ama oldukça yüksek bir kapıyı birbirine bakan iki aslan heykeli süslüyor. Hayat ağacı, 1799’da İshak Paşa ve eşi için yapılmış türbe üzerinde de bulunuyor. Türbe üzerindeki motiflerin altı santim civarında derinleşerek işlenmiş olması bu yontuların en önemli özelliklerinden.
Türk-İslam kültürü ile rokoko üslubu iç içe
Sarayın en sağlam şekilde günümüze ulaşmayı başaran yapısı, cami… Kubbesi olduğu gibi kalmış, içi ise sıvalı... Semerkand kümbetlerini andıran bu cami, kare şeklinde bir plan üzerine yapılmış. Bu karenin bina duvarlarını teşkil eden dört köşesinden, küçük kubbeli ve sekiz köşeli dört kule yükseliyor. Kulelerin yüksekliği cami kubbesinin kasnağı kadar. Camiye mekân yönünden hakim olan kubbenin içi ağaç ve çiçek tasvirleriyle, Rokoko üslubu ile süslenmiş ve motiflerle işlenmiş. Fakat motifler özelliklerini yitirmek üzere... Özellikle ikinci avlunun giriş kapısında bulunan selvi süslemelerinin benzerini caminin kubbesindeki kalem işlemelerinde de görmek mümkün. Bu selvilerin üst kısmı eğik. İnsanın potansiyel tamlığını ve ruhun ölümsüzlüğünü sembolize eden bu ağaçtaki eğik çizimin, tanrıya teslimiyeti sembolize ettiği düşünülüyor.
Camiden çıktıktan sonra sarayın çekici bir diğer köşesi de Selamlık dairesinin kuzeyindeki cumbalı köşk. Burada bulunan dört ahşap konsol, üst üste insan baş ve gövdesi, aslan ve kartal tasvirlerinin sıralamasından oluşuyor. Türk-İslam sanatında kesinlikle görülmeyen bu heykel örnekleri realist bir anlayış ve olgun hatlarla çizilmiş olup insan iradesi, aslan gücü ve kartal yırtıcılığının saraya mal edilmesi amacıyla yapıldığı rivayet ediliyor.